O soğuk kış akşamı, bir evsize ve köpeğine döner aldım. O anda bunun sadece küçük bir iyilik olduğunu düşünmüştüm. Ama bana bir not uzattığında — geçmişimden tamamen unuttuğum bir şeye dair ipucu verince — bu karşılaşmanın tesadüf olmadığını anladım.
Şehir merkezindeki bir alışveriş merkezinde, spor malzemeleri satan bir dükkânda çalışıyordum.
On yedi yıllık evliliğin, iki ergen çocuk büyütmenin ve sayısız gece vardiyasının ardından, hayatın beni artık şaşırtamayacağını sanıyordum. Ama hayat, her zaman insanı hazırlıksız yakalamayı başarır.
O gün özellikle zorluydu:
Yılbaşı alışverişine çıkan müşteriler, belli ki giymiş oldukları eşyaları iade etmeye çalışıyorlardı. Kasada sürekli bir arıza vardı.
Üstüne, kızım Amy bana mesaj atıp matematik sınavından yine kaldığını yazdı.
Sanırım özel ders zamanı gelmişti.
Tüm bunlar aklımda dönerken vardiyam bitti.
Dışarı çıktığımda dondurucu bir soğuk vardı — termometre -3°C’yi gösteriyordu.
Rüzgâr binaların arasında uluyordu, eski gazete parçalarını havada savuruyordu.
Paltoya sarınıp sıcak bir banyo hayaliyle otobüs durağına yürümeye başladım.
Yolun üzerinde, yıllardır orada duran bir döner tezgâhı vardı.
Kapanmış bir çiçekçiliğin ve solgun ışıklı bir bakkalın arasında sıkışmıştı.
Tavadan yükselen duman ve etin baharatlı kokusu beni neredeyse durdurdu.
Ama satıcıyı sevmiyordum — alnında kalıcı bir öfke çizgisi olan, kısa boylu bir adamdı.
Hızlı çalışırdı, sipariş hemen gelirdi, ama bugün huysuzluğunu çekmek istemiyordum.
Tam uzaklaşacaktım ki, köpeğiyle birlikte bir evsizin tezgâha yaklaştığını gördüm.
Adam ellili yaşların ortasındaydı, ince bir pardösü giymişti ve gözleri açlıktan parlıyordu.
Yanındaki köpeğin neredeyse hiç tüyü kalmamıştı. İçim sızladı.
Tam o sırada satıcı sert bir sesle bağırdı:
— Sipariş verecek misin, öyle dikilip duracak mısın?
Evsiz, cesaretini toplayıp kısık sesle sordu:
— Lütfen, efendim… Sadece biraz sıcak su alabilir miyim?
Ne diyeceğini biliyordum.
— Defol git buradan! Burası hayır kurumu değil! — diye bağırdı satıcı.
Köpek korkuyla sahibine sokuldu. Adamın omuzları düştü.
Ve o anda, gözümün önüne büyükannemin yüzü geldi.
Çocukken bana, nasıl bir yabancının iyiliği sayesinde ailesinin açlıktan kurtulduğunu anlatırdı.
Ve o dersi hiç unutmamıştım.
Sesi kulaklarımda yankılandı:
“İyilik bedava olabilir, ama dünyaları değiştirebilir.”
Farkına bile varmadan konuştum:
— İki döner, iki kahve.
Satıcı başını salladı, birkaç dakika içinde hazırladı.
— On sekiz dolar, — dedi soğuk bir sesle.
Parayı uzattım, paketi aldım ve evsizin arkasından koştum.
Yemeği uzattığımda elleri titriyordu.
— Tanrı seni korusun evladım, — dedi fısıltıyla.
Utanarak gülümsedim, eve dönmeye hazırlanıyordum ki, arkamdan seslendi:
— Bekleyin.
Döndüm. Cebinden bir kalem ve buruşturulmuş bir kâğıt çıkardı.
Bir şeyler yazdı, sonra bana uzattı.
— Bunu evde okuyun, — dedi gizemli bir gülümsemeyle.
Notu cebime koydum. Eve kadar, sadece otobüste yer bulabilecek miyim ve akşam yemeğine ne pişireceğim diye düşünüyordum.
Not — her şeyi değiştiren o satırlar
Akşam her şey her zamanki gibiydi.
Oğlum Derek fen projesi için yardım istiyordu. Amy öğretmeninden şikâyet ediyordu.
Kocam Tom, hukuk bürosuna yeni gelen bir müvekkilinden bahsediyordu.
Notu tamamen unutmuştum — ertesi akşam çamaşırları ayırırken elime geçti.
Kâğıdı düzelttim ve okudum:
“Hayatımı kurtardığın için teşekkür ederim. Bunu bilmiyorsun, ama bir kere daha hayatımı kurtarmıştın.”
Altında üç yıl öncesine ait bir tarih ve bir kafenin adı yazılıydı: Lucy’s Café.
Elimdeki çamaşırlar yere düştü.
O kafe… Benim en sevdiğim yerdi. Kapanmadan önce neredeyse her gün uğrardım.
Ve birden o günü hatırladım.
Unutulmuş karşılaşma
O gün sağanak yağmur yağıyordu.
Pek çok insan, yağmurdan kaçmak için kafeye sığınmıştı.
Kapıdan içeri giren, sırılsıklam bir adam vardı.
Gözlerinde yalnızca açlık değil, derin bir umutsuzluk da vardı.
Kimse bakmamıştı bile. Sadece ben.
Garson onu dışarı atmak üzereydi ama o anda yine büyükannemin sesi kulaklarımda yankılandı.
Ve ben sadece bir kahve ve kruvasan söyledim.
Yüzüne gülümsedim. “Gününüz güzel geçsin,” dedim.
Benim için o kadar basit bir andı ki, anlam bile yüklememiştim.
Ama meğerse o, aynı adamdı.
Ve kalbim bir kez daha sıkıştı.
Yeni bir başlangıç
Ertesi gün işten erken çıktım.
Onu yine orada, döner tezgâhının yanında, köpeğine sarılmış hâlde buldum.
— Notunuzu okudum, — dedim gülümseyerek. — O günü hatırladığınıza inanamıyorum.
Adam şaşkınlıkla bana baktı.
— Sen… sen bu acımasız dünyada bir ışıksın, evladım. Beni iki kez kurtardın.
Başımı salladım.
— Hayır. Bu sadece biraz yemekti, biraz insanlık. Ama şimdi daha fazlasını yapmak istiyorum. Yardım etmeme izin verir misiniz?
Uzun süre sessiz kaldı, sonra sordu:
— Neden bunu yapıyorsun?
— Çünkü herkes ikinci bir şansı hak eder, — dedim. — Gerçek bir şansı.
Gözleri doldu. Sonra kalktı, “Peki,” dedi sadece.
O günden sonra her şey değişti.
Onu bir barınağa götürdüm. Belgelerini yenilemesine yardım ettik.
Eşim Tom’un bir meslektaşı, ona ücretsiz hukuk desteği verdi.
Hatta tazminat hakkı için dava açmasına yardım etti.
Bir ay sonra, Victor — evet, adı Victor’muş — küçük bir oda kiraladı.
Bir depoda iş buldu.
Ve en önemlisi, köpeği Lucky’yi yanında götürmesine izin verdiler.
Üçüncü şans
Doğum günümde kapı çaldı.
Kapıda Victor vardı.
Tertemiz giyinmişti, elinde bir pasta tutuyordu. Lucky yanındaydı, kuyruğunu sallıyordu.
— Beni üç kez kurtardın, — dedi. — Kafede… döner tezgâhında… ve ondan sonra da.
Gözlerim doldu. İçeri davet ettim.
O an düşündüm:
Kim bilir, kaç tane Victor daha var şu dünyada, sadece fark edilmeyi bekleyen?
O günden beri çocuklarıma hep şunu söylüyorum:
“Daima iyi olun. Çünkü iyilik, birinin hayatını kurtarabilir.”
