Sürekli Meşgul Babam Anneme Hizmetçi Gibi Davranıyor ve Bize Asla Zaman Ayırmıyordu — Kardeşimle Ona Bir Ders Vermeye Karar Verdik.

Bizim evde babam sanki tahttaki kraldı; işiyle hep baş başa, her şeye o karar verirdi. Annem ise onun gölgesinde, evi çekip çeviren bir hizmetçi gibi görünürdü. Biz çocuklar da çoğu zaman evin içinde varla yok arasıydık.

Ta ki ağabeyimle ben her şeyi değiştirmeye, babamın gözünü açmaya karar verdiğimiz güne kadar.

Bunun hayatımızı ne kadar sarsacağını o an hiç bilmiyorduk.

Kendi evinizde sanki görünmezmişsiniz gibi hissettiğiniz oldu mu?

Sizi örnek alması gereken birinin sizi neredeyse fark etmediğini düşündüğünüz?

Ben çocukluğum boyunca tam da böyle yaşadım.

Adım İrina. Bu, kardeşim Josh’la birlikte işkolik babamı hiç beklemediği bir şekilde kendine getirişimizin hikâyesi.

Sıradan bir salı akşamıydı.

Ben mutfak masasının başında matematik ödevimi çözmeye çalışıyordum, Josh ise salonda yerde uzanmış çizgi romanına gömülmüştü.

Saatler altıya yaklaşırken, her zamanki gibi kapı açıldı ve babam içeri girdi.

Elinde evrak çantası, kravatı yarı çözülmüş, yüzünde günün ağırlığı… Bize doğru doğru dürüst bakmadı bile.

“Selam,” diye mırıldandı ve aynı anda bağırdı: “Mariam! Akşam yemeği nerede?”

Annem çamaşır odasından, kucağında sepetle aceleyle çıktı.

“Karl, çamaşırı bitiriyorum, yemek az kaldı,” dedi; sesi yorgunluktan çatlar gibiydi.

Babam homurdandı, ayakkabılarını çıkarır çıkarmaz PlayStation’ın başına geçti.

Bir saniye sonra yarış arabalarının sesi salonu doldurdu; her şeyi bastıran o tanıdık gürültü.

Ne “Günün nasıl geçti?” vardı, ne de “Çocuklar nasıl?” Sadece o ve oyunu.

Josh uzak köşeden bana baktı, gözlerini devirdi. Ben de sessizce başımı salladım.

Bu bizim normalimizdi; ama acıtmadığı anlamına gelmiyordu.

“On dakika, Karl!” diye yine seslendi annem. Babamdan cevap gelmedi; oyun çoktan onu yutmuştu.

Ben ödevime döndüm, içimden derin bir nefes çektim.

Thompsonların evi işte böyleydi: babam kral, annem hizmetçi, Josh’la ben de sanki hayalet.

Ertesi gün her şey daha da kötüleşti.

Masaya tabakları dizerken babamın o bildik şikâyetini duydum.

“Mariam, bu dergiler neden böyle tozlu? Burayı hiç silmiyor musun?”

Köşeden bakınca babamın araba dergilerinden birini elinde tuttuğunu, sanki büyük bir hakarete uğramış gibi yüzünü buruşturduğunu gördüm.

Annem yanında durmuştu; bitkin ve tükenmiş görünüyordu.

“Karl, bütün gün çalıştım ve—”

“Çalıştın mı?” diye sözünü kesti; küçümseyen bir el hareketi yaptı. “Ben de çalışıyorum. Ama en azından eve geldiğimde temiz bir ev görmeyi beklerim.”

İşte o an benim için bardağı taşıran son damlaydı.

İçimdeki öfke kaynayıp taştı.

Annem onun kadar çalışıyor, üstüne bir de evi ayakta tutuyor, yemek yapıyor, bizi büyütüyordu.

Babam mı?

O çalışıyor, yiyor, oyun oynuyor ve uyuyordu.

Yine de şikâyet eden oydu.

“Bir şey yapmamız lazım,” dedim o akşam mutfakta Josh’a.

“Neyi kastediyorsun?” dedi, atıştırmalık alırken.

“Babayı. Anneme çöp gibi davranıyor, bizim de sanki hiç var olmadığımızı sanıyor. Görmezden gelinmenin nasıl bir şey olduğunu anlaması gerekiyor.”

Josh’un gözleri yaramazlıkla parladı.

“Varım. Plan ne?”

Hızlıca bir plan yaptık; vakit kaybetmemeliydik.

Babamın kendi davranışını kendi üzerinde hissetme zamanı gelmişti.

Ertesi gün annemi hak ettiği bir spa gününe gitmeye ikna ettik.

Başta tereddüt etti ama sonunda kabul etti.

Akşam altı sularında Josh’la ben rollerimize büründük.

Babamın dolabını karıştırıp gömleklerini ve kravatlarını giydik.

Üstümüze bol geldi, ama istediğimiz etkiyi daha da güçlendiriyordu.

Arabası bahçeye girince Josh’a fısıldadım: “Hazır mısın?”

Kravatını zar zor düzeltip başını salladı.

“Hadi yapalım.”

Josh kanepede dergiyle oturdu, ben kapının yanında durdum.

Babam içeri girince kalbim gümbür gümbür atıyordu.

Bizi kendi kıyafetleri içinde görünce donup kaldı, gözleri kocaman açıldı.

“Burada neler oluyor?” dedi, şaşkınlıktan sesi bile değişmişti.

“Akşam yemeğimi istiyorum,” dedim onun o buyurgan tonunu taklit ederek.

Josh gözünü bile dergiden ayırmadı.

“Bir de işin bitince PlayStation’ı temizlemeyi unutma.”

Babam kaşlarını kaldırıp gözlerini kırpıştırdı.

“Bir dakika, siz ne yapıyorsunuz?”

Elimi savurup onu susturdum.

“Meşgulüm. Sorularınla beni oyalama.”

“Evet,” dedi Josh sakin bir tonda. “Annemize sor. Zaten sen hep öyle yapıyorsun.”

Babam taş kesilmiş halde kaldı; biz ise oyunumuzu sürdürdük.

Ben PlayStation kumandasını alıp oynamaya başladım, Josh da umursamazca sayfa çevirdi.

“Ciddi misiniz, bu neyin tiyatrosu?” Siniri gözle görülür biçimde artıyordu.

Ona alaycı bir bakış attım.

“Ah, pardon, benimle mi konuşuyordun? Ben meşgulüm.”

“Aynen senin her zaman yaptığın gibi,” diye ekledi Josh, gözünü hâlâ kaldırmadan.

Uzun bir sessizlik oldu.

Sanki düşüncelerinin yüzünden geçişini izleyebiliyordum; gerçek yavaş yavaş yerine oturuyordu.

Yüzü yumuşadı, konuştuğunda sesini alçaltmıştı.

“Beni gerçekten böyle mi görüyorsunuz?”

Derin bir nefes aldım, rol yapmayı bıraktım.

“Evet baba. Bize ve anneme tam olarak böyle davranıyorsun. Hep işin varmış gibi yapıp bizi ikinci plana atıyorsun. Anneme de sanki burada yalnızca sana hizmet etmek için varmış gibi muamele ediyorsun.”

Josh başını salladı; sesi sakindi ama netti.

“O senin kadar çalışıyor, yetmiyor bir de bütün evi omuzluyor. Seninse yaptığın tek şey şikâyet etmek.”

Babamın omuzları düştü, yüzüne suçluluk yerleşti.

Tam bir şey söyleyecekken kapı açıldı ve annem içeri girdi.

Bizi bu halde görünce gözleri büyüdü.

“Burada ne oluyor?” diye sordu, bakışları bizle babam arasında gidip geliyordu.

Babam ona döndü; gözleri dolmuştu.

“Ben… sanırım çok kötü bir eş ve baba oldum. Çok özür dilerim.”

Başka bir şey demeden mutfağa gitti. Biz şaşkın bir sessizlik içinde dolapları karıştırmasını izledik.

“Akşam yemeğini ben yapıyorum! Gözleme isteyen var mı?” diye seslendi; hepimizi afallatmıştı.

Masaya oturduk, hâlâ şoktaydık.

Bir süre sonra buharı tüten tencerelerle çıktı, her kepçede özür dileyerek önümüze koymaya başladı.

“Hepinizi görmezden gelmişim, şimdi anlıyorum,” dedi içtenlikle.

“Söz veriyorum, değişeceğim.”

Birlikte yerken bize okuldan, günümüzden sormaya başladı; yıllardır yapmadığı şeyleri.

Garipti… ama güzel bir gariplik.

Josh’la ben bakıştık; ikimiz de olanlara inanamıyorduk.

Belki de gerçekten işe yaramıştı.

Yemekten sonra babam gülümsedi; ama bu kez gerçek bir gülümsemeydi.

“Teşekkür ederim,” dedi kısık bir sesle.

“Beni uyandırdığınız için. Buna ihtiyacım varmış.”

“Bizi duyduğun için biz de mutluyuz,” dedim; içimde uzun zamandır hissetmediğim bir sıcaklık vardı.

Josh sırıtıp ekledi:

“Madem bizi dinliyorsun, bizimle PlayStation oynar mısın?”

Babam kahkaha attı; özlediğim o kahkaha.

“Olur. Ama önce şu evi birlikte toparlayalım.”

Toparlarken sanki havada bir şeyler değişmişti.

İlk kez yıllar sonra, günün rutininde silik birer figür değildik.

Yeniden aile olmuştuk.

Bir gecede mükemmel olmazdı belki, ama bu çok iyi bir başlangıçtı.

**Bu kadarı bile yeterdi.**