Ben, barınağın kapısından içeri girdiğimde evliliğimi yıkacak bir karar vereceğimi hiç beklemiyordum. Ama o narin, yaşlı köpeğin önünde dizlerimin üzerine çöktüğümde tek bir şeyi biliyordum — onun bana ihtiyacı vardı. Ve belki de benim de ona ihtiyacım vardı.

Greg ve ben yıllarca evliliğimizdeki boşluğu doldurmaya çalıştık. On yıldan fazla süredir birlikteydik, ama her doktor randevusundan, en kötü korkularımızı doğrulayan her testten sonra hep aynı şeyi duyuyorduk:
“Hayır, çocuk sahibi olamazsınız.”

Artık bu konuda konuşmayı bıraktık. Ama o üzüntü, aramıza istenmeyen bir misafir gibi yerleşti. Yan yana yaşıyorduk ama birbirimizden sonsuz derecede uzaktık; ikimiz de parçalanmadığımızı iddia etmeye çalışıyorduk.

Bir akşam, mutfağımızın loş ışığında karşılıklı otururken dedim ki:

— Belki bir köpek sahiplenebiliriz?

Greg başını tabağından kaldırdı, bana kayıtsızca baktı.

— Köpek mi?

— Sevebileceğimiz bir şey, — diye yumuşakça cevap verdim. — Bu sessizliği dolduracak bir şey.

İç çekti, başını salladı.

— Tamam. Yeter ki öyle ciyak ciyak eden ufak bir şey olmasın.

İşte böylece kendimizi yerel barınakta bulduk.

İçeri girdiğimizde karşımıza tam bir kaos çıktı — onlarca köpek havlıyor, kuyruklarını sallıyor, patileriyle kafeslere vuruyordu. Hepsi ilgi istiyordu.
Hepsi, bir tanesi hariç.

En arkadaki kafeste, gölgede kıvrılmış halde Maggie yatıyordu.

Yanına diz çöktüğümde, neredeyse hiç ses çıkarmıyordu. Zayıf bedeni neredeyse hiç hareket etmiyordu. Tüyleri yer yer dökülmüş, kaburgaları belirgin, beyazlamış yüzü patilerinin üzerinde duruyordu; sanki kaderiyle çoktan barışmış gibiydi.

Kafesteki etikete baktım ve kalbim sıkıştı.

Yaşlı köpek – 12 yaş – Sağlık sorunları – Sadece hospis evlat edinmesi.

Yanımda Greg’in gerildiğini hissettim.

— Hadi ama, — diye homurdandı. — Bunu almayacağız.

Ama gözlerimi ondan alamıyordum. Onun yorgun kahverengi gözleri benimkilerle buluştu ve kuyruğu hafifçe kıpırdadı.

— Bunu, — diye fısıldadım.

Greg bana keskin bir bakış attı.

— Şaka mı yapıyorsun? Clara, bu köpek zaten bir ayağı çukurda.

— Bize ihtiyacı var.

— Ona bir veterinere ve bir mucizeye ihtiyaç var, — diye karşılık verdi. — Eve değil.

Ona döndüm.

— Onu mutlu edebilirim.

Greg acı bir kahkaha attı.

— Eğer onu eve getirirsen giderim. Ölmekte olan bir köpek için kafayı yiyişini seyretmeyeceğim. Bu acınası bir şey.

Donup kaldım.

— Ciddi değilsin.

— Gayet ciddiyim, — dedi soğuk bir sesle. — Ya o ya ben.

Tereddüt etmedim.

Maggie’yi eve getirdiğimde Greg çoktan eşyalarını topluyordu.

O, kapıda durup kararsızca etrafına bakarken zayıf bedeni titriyordu. Patileri parkede hafif hafif ses çıkarıyor, sanki “Burası gerçekten benim mi?” diye sorar gibi başını kaldırıp bana bakıyordu.

Onun yanına çöktüm.

— Sorun yok, — diye fısıldadım. — Bir yolunu bulacağız.

Greg yanımızdan geçti, valizini sürükleyerek.

— Delirdin sen, Clara, — diye sertçe söyledi, ama sesinde başka bir şey daha vardı — neredeyse çaresizlik gibi. — Her şeyi bu köpek uğruna çöpe atıyorsun.

Cevap vermedim.

Eli kapı kolunun üzerinde bekledi, durdu. Beni bekliyordu. Onu durdurmamı, “Haklısın, geri dön,” dememi bekliyordu.

Bunun yerine Maggie’nin tasmasını çözdüm.

Greg kuru bir kahkaha attı.

— İnanılmaz.

Kapı çarptı ve ev yine sessizliğe gömüldü. Ama ilk kez, bu sessizlik o kadar boş gelmedi.

İlk haftalar dayanılmazdı.
Maggie çok zayıftı. Bazen neredeyse hiç yemek yemiyordu. Saatlerce tarifler araştırdım, yumuşak yemekler hazırladım, yemesi için yalvardım. Ağrılı eklemlerini masaj yaptım, onu battaniyelere sardım, kanepede yanımda uyumasına izin verdim.

Boşanma evrakları geldiğinde önce güldüm. Acı, inanamaz bir kahkahaydı bu. Cidden ciddiymiş.

Sonra ağladım.

Ama Maggie yanımdaydı. Kahve kupama ağlarken elimi burnuyla dürtüyor, ev fazla büyük geldiğinde başını dizlerime koyuyordu.

Zamanla bir şeyler değişti.

Daha çok yemeye başladı. Eskiden donuk ve seyrek olan tüyleri parlamaya başladı. Ve bir sabah, tasmasını elime aldığımda kuyruğunu salladı.

— Yürüyüşe çıkalım mı? — diye sordum.

Hafifçe havladı.

Aylar sonra ilk kez gülümsedim.

Birlikte iyileşiyorduk.

Altı ay sonra

Bir elimde kahve, diğer elimde yeni aldığım bir romanla kitabevinden çıktım ve biriyle çarpıştım.

— Clara, — tanıdık bir ses duyuldu.

Olduğum yerde kaldım.

Greg.

Sanki bu karşılaşmayı bekliyormuş gibi alaycı bir ifadeyle gülümsedi. Böyle sıradan bir gün için fazla düzgün giyinmişti; gömleği kusursuz ütülü, saati parlıyordu. Bakışları üzerimde gezindi, sanki verdiğim tüm kararları birkaç saniyede tartıyormuş gibi.

— Hâlâ yalnız mısın? — sesi sahte bir acıma duygusuyla doluydu. — Köpeğin nasıl?

— Maggie mi?

— Evet. Öldü, değil mi? Tüm o çabalar, birkaç ay için. Buna değdi mi peki?

Ona baktım; beni şaşırtan onun acımasızlığı değil, artık hayatımda ne kadar az yer tutuyor olmasıydı.

— Bu kadar kalpsiz olma, Greg.

Omuz silkti.

— Sadece gerçekçiyim. Bu köpek uğruna her şeyi kaybettin. Şu haline bak. Yalnız, mutsuz…

— Clara, özür dilerim, geciktim.

Greg dona kaldı.

Arkamı döndüm.

Ve Mark’ı gördüm.

Bir elinde kahve vardı. Diğer elinde ise tasma.

Maggie artık eski halsiz köpek değildi. Tüyleri parlıyor, gözleri ışıl ışıl bakıyor, bana doğru koşarken kuyruğu çılgınca sallanıyordu.

Mark bana kahveyi uzattı ve yanağıma bir öpücük kondurdu.

Greg’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

— Ama… nasıl…?

— O mutlu, — dedim. — Meğer tek ihtiyacı olan şey sevgiymiş.

Greg’in yüzü öfkeyle buruştu.

— Bu… saçma.

— Hayır, saçma olan tek bir an bile seni seçtiğime pişman olduğumu düşünmen.

Çenesini sıktı, arkasını döndü ve uzaklaştı.

Ben Mark’ın elini tuttum.

— Hazır mısın? — diye sordu.

Gülümsedim.

— Hiç olmadığım kadar.

Altı ay sonra, yine aynı parkta Mark dizlerinin üzerine çöktü.

— Clara, benimle evlenir misin?

Maggie’ye baktım; öyle bir kuyruğunu sallıyordu ki sanki tüm bunlar onun planıymış gibiydi.

Gözyaşlarım arasından gülmeye başladım.

— Elbette.